|
|
|
YAZILAR |
|
|
|
|
|
|
|
Cumhuriyet Bayramı'nda Atatürk'ün Askerliğini Sorgulayanlara Sardım |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Cumhuriyet Bayramı'nda Atatürk'ün Askerliğini Sorgulayanlara Sardım
Bugün Cumhuriyet Bayramı. Kıymetini bilenlerin bu güzel gününü en içten dileklerle kutlarım. Gönül isterdi ki gerizekalı cumhuriyet düşmanlarının saçma iddialarına cevap vermekle vakit öldürmeyelim, ülkenin bugünkü durumu hakkında fikirler üretelim. Ama olmuyor işte, kendilerinin irticacılığı bizim de ayağımıza bağ oluyor.
Neymiş? Atatürk büyük komutan değilmiş. Devrin bitmiş düşmanlarına, başı boş balkanlarına, ufak beyliklerine meydan okuyan padişahları (Fatih, Yıldırım gibi 2-3 örneği dışarıda bırakmak da şart) başımıza usta stratejist olarak çıkarılıyor. Bu dengesizliği yapanlar ise Atatürk'ün askerliğini küçümsüyorlar, Osmanlı'nın topraklarından çok azını kurtardı diye O'na yükleniyorlar. Bunlar, tarihi kadir mısıroğlu, mustafa armağan, mevlanzade, rıza nur, necip fazıl gibilerden öğrenmişlerdir eminim.
Sesleniyorum, bu nedir? işte okumuyorsunuz, okumadığınız gibi bilgisizliğinizi de açıkça belirtiyorsunuz.
Atatürk ne zaman ülke yönetiminde söz sahibi oldu? 1920'de ankara merkezli bir hükümet kurulduğunda. peki o tarihte ortada osmanlı mı kaldı? müthiş bir mütareke imzalanmış, savaş sırasında kaybedilmemiş toprakları o osmanlınız mütareke sayesinde vermiş. ülkenin her tarafına girilmiş, tüm stratejik noktaları düşman eline geçmiş.
gelelim okumama gafletine rağmen atılan büyük iftiranın bir farklı boyutuna. Atatürk, zaten ulus devletin kurulması fikrini daha harp okulu sıralarında dile getiriyordu. anadolu dahil, Türk varlığının çoğunluk olduğu yerlerin savunularak, azınlıkta olduğumuz yerlerde boşa oyalanılmamasını defaten dile getirmesine rağmen hiç dikkate almadılar. talat paşa utanmadan, balkan savaşı öncesi Atatürk'ün getirdiği savunma önerisini dikkate dahi almayarak zaten rumeli ve batı trakya'yı kaybedişimizde bir rol oynamıştır. Atatürk'e, arap topraklarını savunamadığı için saldırma kafasındakiler Atatürk hakkında 3-5 kitap okusalar, zaten onun aklındakileri öğrenirlerdi.
milli mücadelenin başında, süngülerimizle "çizdiğimiz sınırları koruyacağız" demiştir Atatürk. Türk toprakları olarak nitelendirilen yerleri de mümkün olduğunca kurtarmıştır.
sen balkanları, adaları zaten kaybetmişsin. doğu anadolu ruslara gitmiş (çoğu ili kurtaran, 1. dünya savaşı sırasında yine Atatürk'tür). bağdat ingilizler tarafından alınmış, musul'a kadar yaklaşmışlar, mütareke sonarsı orası da gitmiş. filistin-suriye cephesi, Atatürk'ün falkenhayn karşıtı 2 raporu gözardı edilerek çökmüş, liman von sanders de işe yaramamış, diğer ordu komutanları da birliklerini en kıdemsiz olmasına rağmen Atatürk'e teslim etmek istemişler. çöken suriye cephesinde bir savunma hattı oluşturup bugünkü anadolu'nun 1. dünya savaşında düşmesine engel olmuş Atatürk.
yetmemiş... mütareke metnini aldığında güney cephesinde bulunan Atatürk, işgale karşı silahlı direniş emri vermiş, direniş lafını daha 1918'de dile getirmiştir. hani diyor ya bazı yalancılar, Atatürk milli mücadeleye sonradan katılmış...
daha da bitmedi. Atatürk, güney cephesinde 1 kolordu hariç diğer kolorduların dağıtılacağı düşüncesiyle (dağıtılmayacağını öngördüğü kolordunun komutanına da yapması gerekenleri söyler bu arada) ordu silahlarını adana, kilis, antep, urfa'ya yollar ve şehirlerde direniş örgütleri kurulması direktifini verir. bugün "Atatürk olmadan güney cephesini kurtardılar, Atatürk'ü abartmayın" diyenlere sorarım, hangi silahlarla kurtuldu oralar? Atatürk, güney cephesiyle de yakından ilgilenmiştir. kod adlarıyla çok sayıda subay yollamıştır oraya, örgütlenmeyi sağlamıştır. köylünün, köylerin birlik birlik nasıl ayrılacağını düzenlemiştir.
bununla da bitmiyor, istanbul'a döndüğünde, defaten önemli kişilerle görüşmüş, milli mücadeleye zemin hazırlamıştır. bugün inönü milli mücadeleye geç katıldı diye eleştirenler, Atatürk'ün samsun'a çıkmadan önce aylarca istanbul'da yaptığı görüşmeleri bir zahmet incelesinler. inönü ve fevzi paşa, genelkurmay'daki kilit görevleri nedeniyle mümkün olduğunca istanbul'da anadolu'nun çıkarını sağlamak için görev yaptılar.
neyse, konudan sapmayalım. o kadar imkansızlıkla milli mücadeleyi yürüten bir insana, yeterli dayanağı olmadan laf atanlarla konuşulacak çok şey var. gerçi hiç dayanak da göremiyorum, yetersiz bile değil.
sırf sakarya meydan savaşı'na bakan bir insan, Atatürk'ün strateji dehasını anlar. yunan orduları art arda el değiştiren kritik tepeleri sonunda zapteder. artık tüm doğal savunma mevzileri yunan ordusundadır. o zamana kadar süregelen askeri strateji gereği, arkasındaki haymana ovası boyunca çekilmesi gerekir Türk ordusunun. yunan ordusu da savaşı kazandığını sanmaktadır. ancak Atatürk o meşhur "hattı müdafa yoktur, sathı müdafa vardır; o satıh bütün vatandır. vatanın her karış toprağı kanımızla sulanmadıkça terk olunamaz" emrini verir. işte sağolsun bu tarz arkadaşlar, bu sözün manasından bihaberdir.
cephenin yarılması nedeniyle tüm ordunun geri çekilmesine gerek olmadığını, düşen kısmın birkaç yüz metre çekilip savaşa sonuna kadar devam etmesi emrini verir Atatürk. ardından yunan ordusu da günlerdir savaşmalarına rağmen ancak birkaç kilometre gidebildiklerini, ordularının eridiğini görünce mevcut mevzilerini koruma güdüsüne kapılır, ancak Türk karşı hücumuyla moralman biten yunanlar bozguna uğrayıp çekilirler.
sayı, cephane, kılıç, olanak bakımından çok çok fark olan bu iki ordunun savaşının nasıl kazanıldığını adam gibi oturup okuyun. 2 satırda anlatılacak şey değildir bu.
tatmin olmayana, büyük taarruz öncesinde 6 ayda bile geçilemez denen yunan mevzilerini birkaç saatte bozguna uğratıp 5 günde tamamen yerle bir eden bir stratejiden bahsediyorum. Atatürk hep savunma savaşı yaptı diyenlere gelsin bu. sanki yüzyıllardır çok taarruz yaptı Türk ordusu da...
taarruz öncesinde zaten ülke artık sineğin bile yağını çıkarmış, son varlığını ortaya koymuştur. artık milletin verecek pek bir şeyi kalmamıştır. ordular sayı bakımından eşitlenmiş, süvariler olarak da bariz üstünlük kurmuşuz.
şu durumda, yakup şevki paşa gibi eski model askerler, taarruz stratejisine sahip olmayanlar, cepheden taarruz edilmesinden yanaydı. gerekirse çekilip tekrar toparlanmanın, tekrar taarruz etmenin doğru olduğunu savunuyorlardı. atladıkları bir şey vardı, zaten ulusun son nefesiydi bu, daha nereye toplanıyorsun? şu eldekileri en iyi şekilde kullanmak şarttı.
bu sebeple baskın tarzı bir çevirme hareketi yapıldı. 6 ayda geçilemez denen mevziler zaten bu çevirme hareketinin sonucunda jet hızıyla geçildi. baskının niteliğini kaybetmemesi için son ana kadar çaktırmadılar cephenin kaydırıldığını. atların ayaklarına, arabaların tekerlerine bezler bağlandı. gece güneye, gündüz kuzeye yüründü. sonunda zaten baskın ile iş bitirildi. baskın önceden farkedilseydi, ankara yolu açık kalacaktı düşmana, onun da sıkıntısı orada. ancak Atatürk, ankara'dan ayrılırken 15 günde izmir'e gireceği taahhüdüne inanmayanlara, o taahhüdünü 1 gün erken gerçekleştirerek zaten kendini kanıtlamıştır.
sarıkamış'ta yapılan çevirme kağıt üzerinde benzerdir. enver paşa da Atatürk gibi ateş hattındadır. ancak iki planın uygulamadaki farkı muazzamdır. enver, yanında patır patır donan askerlere aldırış etmemiştir, şartları iyi süzememiştir, kurmaylarını dinlememiştir.
Daha da uzatmak mümkün, ancak anlamayana davul zurna, 4+1 ses sistemi vs, her bir şey az kalıyor, ne yapalım?
Mutlu bayramlar...
|
|
|
|
|
|
Bugün 16 ziyaretçi (17 klik) kişi burdaydı! |